28 Şubat 2016 Pazar
Eski Yeni Abes-Muktebes Demdeme-Zemzeme Tartışması
Edebiyatımızda ''kafiye göz için mi kulak için mi tartışması'' ,
abes (abes) - muktebes (muktebes) kelimeleri yüzünden çıkmıştır.
"abes" kelimesinin sonundaki "s" harfi Arap alfabesinde "peltek s" ile; "muktebes" kelimesinin sonundaki "s" ise "sin" ile yazılmaktadır. Bu tartışma bir anlamda bu şekilde bir kafiyelendirme yapılıp yapılamayacağı tartışmasıdır.
Recaizade Mahmut Ekrem'le (ZEMZEME), Muallim Naci (DEMDEME), tartışmanın taraflarıdır.
Demdeme ve Zemzeme adlı eserlerde cereyan etmiştir. Eski-yeni edebiyat tartışması da denir.
Zemzeme sözlük anlamı: Şırıltı; mecazî anlamda ise nağmeli ve uyumlu söz anlamına gelmektedir.
Demdeme sözlük anlamı: Hoşa gitmeyen sözler; hiddetli gürültülü ses.
Zemzeme, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılmış 3 ciltlik şiir serisidir. Recaizade Mahmut Ekrem, Zemzeme eserini yazdıktan sonra eski-yeni çatışmasında yenilikçi tarafı seçmiştir.Zemzeme kitabının önsözü Servet-i Fünun akımının öncüsü olarak da görülür. Eski şiir anlayışının (Divan şiiri) takipçisi olarak bilinen Muallim Naci, Zemzeme'ye karşılık olarak Demdeme adlı eserini yazar. Zemzeme-Demdeme çatışması ve etrafında gelişenler edebiyat çevrelerini uzun süre meşgul etmiştir.
Eski -> kafiye göz için: Muallim Naci
Yeni -> kafiye kulak için: Recaizade Mahmut Ekrem
Abes - Muktebes Tartışması:
Ses ve yazım yönünden hangi sözcüklerin uyaklı sayılacağı konusunda Türk yazarları arasında çıkan ve yeni bir şiir beğenisinin yerleşmesine temel oluşturan tartışma (1895).
Divan ve tanzimat şairleri sözcüklerin uyaklı sayılabilmesi için arap abecesine göre yazımlarındaki benzerliği (son harf ve harekelerin aynı olmasını) zorunlu sayıyorlardı. Malumat dergisinde Hasan Asaf adlı gencin Burhan-ı kudret adlı şiiri yayımlanırken derginin yazarlarından Mehmet Tahir'in eklediği eleştirel not, uyakla ilgili geleneksel görüşü değiştirecek bir tartışmayı başlattı. M.Tahir sözkonusu şiirde;
"Zerre-i nurundan iken muktebes (bir yerden alınmış)
Mihr ü mehe etmek işaret abes (saçma)"
dizelerinin, son sözcükleri arap abecesine göre iki ayrı harfle (se ve sinle) yazıldığı için, uyaklı sayılamayacağını ileri sürdü. Yanıt veren H. Asaf kendisini savunurken Recaizade Ekrem'in "Kafiye sem (kulak içindir, basar (göz) için değildir" sözünü anarak onu tanık gösterdi. Tartışmaya R.Ekrem de katıldı; uyakta yazılış biçiminin değil ses değerinin gözetilmesi gerektiğini belirtti; Arap şiiri kurallarına göre yapılan uyakların artık bırakılması düşüncesini savundu. R.Ekrem'in görüşleri doğrultusunda ürün veren Edebiyat-ı Cedide şairleri "kulak için uyak" uygulamasını sürdürdüler. Türk abecesinin benimsenmesinden sonra "göz için uyak-kulak için uyak" ayrımı geçerliliğini bütünüyle yitirdi. Abes-muktebes tartışmasının, uyak konusu dışında Türk edebiyatına eleştiri türünün geîişmesi bakımından da katkısı oldu. Karşıtları, tartışma boyunca, kişilikleri konu edinir, yersiz sataşmalara başvururken R. Ekrem soğukkanlı, nesnel, bilimsel tutumuyla dikkati çekti.
Tanzimat'tan beri edebiyatta büyük bir değişim yaşanıyordu. Tanzimat öncesinde, islâmiyet'in etkisinde gelişen "Divan edebiyatı" egemendi. Tanzimat'tan sonra edebiyat yön değiştirmiş ve Batının etkisine girmeye başlamıştı. Bu büyük yön değişimi, sanatçılar arasında tartışmalara yol açmıştı. Divan edebiyatına "eski", Batı tarzındaki edebiyata "yeni" deniyordu. Bu iki edebiyat taraftarları arasında yapılan tartışamalar ise "eski -yeni tartışması" olarak anıldı.
Recaizâde Mahmut - Muallim Naci Tartışması:
Serveti-i Fünûn Edebiyatının doğmasında Muallim Naci ile Recaizâde Mahmut Ekremarasındaki "eski-yeni" tartışması çok önemli bir rol oynamıştır.
Muallim Naci, eski edebiyata karşı daha "ılımlı" duruyordu. Yeni edebiyata geçişin yavaş ve doğal bir süreçte olması gerektiğini savunuyordu. O, "eski-yeni sentezi"nin gerçekleştirilmesi amacıyla, eski edebiyatın üstün yönlerine de sadık kalınması gerektiğine inanıyordu. Yerli ve millî niteliklerle donanmış bir yeni edebiyat düşüncesini dillendiriyordu. Türk edebiyatının kökten değil, kısmî bir şekilde modernleştirilmesine taraftardı. Ortada durup, iki tarafın da güzelliklerinden yararlanılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak "yeni"ye daha hoşgörülü davranan sanatçıları eleştirmekten de geri kalmıyordu. Recâîzâde Mahmut Ekrem veAbdülhak Hamit'in edebiyatta "biçimi" ve "sağlam üslubu" pek umursamayan yaklaşımlarını eleştiriyordu. Bu nedenle, rakipleri tarafından "eski edebiyatın temsilcisi" olarak algılandı.
Bazı genç sanatçılar da eski edebiyatın savunucusu zannettikleri Muallim Naci'ye karşı, yeni edebiyatın kesin ve sert bir savunucusu olarak görülen Recaizâde'nin tarafını tutuyordu. Bunda Recâîzâde'nin, kendisini yeni edebiyatın üstadı görmesinin de büyük etkisi vardı. Recaizâde Mahmut Ekrem, Naci'nin şiirlerini, sadece estetiği öne çıkardığı gerekçesiyle ağır şekilde eleştiriyordu.
Bu tartışmada, her ikisinin de etrafında geniş birer halka oluşmuştu. "Muallim", eski edebiyata dair köklü bilgisiyle; "üstad" olarak görülen Recaizâde ise sanatın ne olduğu konusundaki dikkate değer fikirleriyle çevrelerindekileri etkileri altında tutuyorlardı.
Bu dönemde "eski" edebiyatın kesin savunucusu ise Eihac (Hacı) İbrahim Efendi ve onun etrafındaki sanatçılardı. Şeyh Vasfî, Halil Edîp, Faik Esat (Andelîb), Müstecâbilizâde İsmet, Mehmet Celâl, Ahmet Rasim, Sâmih Rıfat gibi sanatçılar "Hazine-i Fünûn", "Resimli Gazete", "Musavver Malûmat", "Musavver Fen ve Edeb", "irtika" gibi dergi ve gazetelerde Servet-i Fünûn'a karşı sert eleştiriler yönelttiler.
Edebiyatta eskiyi savunanlarla ılımlılar, geleneksel yaşam tarzını sürdürdürmüşlerdir. Yeniyi savunanlar ise Batılı yaşam biçimine uymaya çalışmışlardır.
Yeniyi savunanlar, Recaizâde Mahmut Ekrem'in teşvikleriyle Servet-i Fünûn dergisi etrafında birleştiler. Fransızca başta olmak üzere çocukluk yıllarında Batı dillerini öğrendiler. Batı edebiyatı zevkiyie yetiştiler. İstanbul'da Batılı bir yaşam biçimi sürdürmeye eğilimli oldular. Edebî yazı ve etkinliklerini Tevfik Fikret'in başkanlığı altında gerçekleştirdiler. Böylece Recâîzâde ile Naci arasındaki çekişme, Servet-i Fünûn edebiyatının doğmasını sağladı.
---------------------------------------------
Zemzeme - Demdeme : Tanzimat Döneminde Hararetli Bir Tartışma
İşitildi yine gülzâr-ı sühanda ma'hûd
Bülbül-i herze-edânın yeni bir zemzemesi
Lâl eder bir gün onu aksederek âfâka
Yine bir bâz-ı fezâ-yı edebin demdemesi [I]
Hiç şüphesiz 1839 senesinde ilan edilen Tanzimat Fermanı, tarihimizde çok büyük değişikliklere sebebiyet vermiştir. Daha çok kendisini sosyal ve iktisadi hayatta gösteren bu değişimler, hukuk ve edebiyat sahalarında da kuvvetli bir şekilde hissedilmiştir. O dönemin insanları edebiyat alanında, Tanzimat'tan sonra âşina olmadıkları edebî türlerle karşı karşıya kaldı.
Daha önceleri kendi iç bünyesinde belirli kaideler çerçevesinde gelişme gösteren Divan Edebiyatı, dönemin bazı aydınlarınca yetersiz görülmeye başlanmış, söz konusu münevverler, aydınlığı Batı'nın pırıl pırıl gözüken ışıkları altında aramaya başlamışlardır.
Öteden beri bu sahada şöyle bir mukayese yapıla gelmiştir: "Tanzimat devri edebiyatçılarından Recaizade Ekrem yeniyi; Muallim Naci ise eskiyi temsil eder." Hatta bununla ilgili olarak iki müeddib arasında, az sonra gazete sütunlarına aksedecek tartışmalar ön plana çıkartılır. İki zıt kutuptan yola çıkarak şöyle alelade bir mukayese yapılmaktadır: Muallim Naci benimsediği fikirler bakımından mutassıp ve gericidir. Bu sebeple tartışmaya girdiği karşı taraf (Recaizade Mahmut Ekrem) yeniliklerin en önde gelen mümessilidir. Halbuki, Ahmet Hamdi Tanpınar, Recaizade'nin kaleme aldığı bazı mukaddimeler bir yana bırakılacak olursa "Onun hiçbir zaman kendisini şiire veremediğini ve yazarı daima bir amatör olduğunu hatırlayarak okumak gerektiği" düşüncesini savunur. [II]
Muallim Naci ise yaşadığı dönem itibariyle Batı'yı hazmetmeden benimsemeye çalışanlara karşı bir tavır alır ve döneminde haklı olarak Servet-i Fünun ekolünün kurucusu kabul edilen Recaizade'nin peyklerinin (Tevfik Fikret, Cenab Şahabettin vs.) şiirde aşırı derecede ileri gitmelerine karşı çıkar.
Gerçi Naci vefat ettiğinde (v.1893) Servet-i Fünuncular bir dergi etrafında henüz toplanmamışlardı. Hemen üç yıl geçtikten sonra Ekrem'in kanatları altında bir oluşum meydana getireceklerdi. Fakat daha öncesinde teşekkül eden fikirler ve ihtilaflar onları böyle bir topluluğu kurmaya itecekti. Hemen yeri gelmişken belirtelim ki, o dönemde yapılan edebî münakaşalar, bizde Servet-i Fünun'un ve akabinde Fecr-i Âti gibi edebî muhteviyatları haiz ekollerin meydana gelmesine ön ayak olmuştur.
Adı geçen tartışmanın hangi sebeplerden dolayı cereyan ettiğine bakacak olursak şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: Muallim Naci, devrin bazı mecmualarında ve aynı zamanda kendisinin kayınpederi olan Ahmet Mithat Efendi'nin "Tercüman-ı Hakikat" isimli gazetesinde bir süre şiirler neşreder. Fakat o, birtakım ihtilaflardan ötürü, daha sonra başka gazetelere de geçiş yapacaktır. Kendisinin ilk zamanlarda yazdığı şiirler diğer şairler tarafından da beğenilmiş, hatta daha sonraları münakaşaya gireceği Recaizade Ekrem bile Muallim Naci'nin bir şiirini "tahmis" etmiştir. [III]
Ekrem, dönemin Sultanî mektebinde okutulmak için hazırladığı "Talim-i Edebiyat" adlı kitabına yerli ve yabancı yazarlardan alıntılar yapmıştır. Bunlar arasında Muallim Naci'nin de bulunduğunu hatırlayalım Ne var ki adı geçen eserde bir başka şair, Abdülhak Hâmid'den alıntılar daha fazlaydı.
Tanpınar, Muallim Naci'nin Sakız'da iken yazdığı mektuplardan yola çıkarak Naci'nin Talim-i Edebiyat'a karşı oluşunu şahsi bir ihtirasa bağlar. Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmid'den birçok alıntı yaparak, Muallim Naci'yi ikinci planda bırakmış ve bundan dolayı da Muallim Naci kızarak Talim-i Edebiyat'a şahsi bir düşmanlık beslemeye başlamıştır. Bu noktada şöyle bir mukayese yapılabilir. Eğer Naci, bu itilmişliğe maruz kalmasaydı, Ekrem'in eserini -sırf kendi şiirlerinden alıntılar yaptığı için- beğenecek ve takdir mi edecekti? Sözü geçen tartışmayı savunulan edebiyat anlayışlarından dışarı çıkararak, şahsi ihtiraslara bağlamak, -kişiler tarafından aksi belirtilmedikçe- pek bir kıymet ifade etmemektedir.
Recaizade Mahmut Ekrem şiirlerini, Zemzeme [IV] isimli ve belirli aralıklarla bastırdığı üç kitapta toplar. Arada gelişen bazı olayların akabinde, özellikle Recaizâde'nin Takdir-i Elhan risalesi ve üçüncü zemzeme mukaddimesinin yayınlamasından sonra, tartışmalar daha da hararet kazanır. En sonunda bütün bunlara cevap olarak Muallim Naci, Demdeme'yi kaleme alır. [V] Tartışma esnası boyunca karşılıklı ithamlar çok ağır bir seviyeye gelir. En nihayetinde de söz konusu münakaşa devletin müdahalesi ile sona erer. Her iki yazar da kendi düşüncelerini ateşin bir şekilde müdafaa etmiştir. Fakat bunlardan çıkarılan genel yargıların en basite indirgenmiş biçimi günümüze 'Recaizade Ekrem'in yeniliğe açık; Muallim Naci'nin ise mutassıp ve gerici oluşu' şeklinde lanse edilişidir.
Halbuki Ekrem'in teşekkülüne ön ayak olduğu Servet-i Fünun şairleri de şiirlerini aruz ölçüsüne göre yazacak ve çoğu zaman divan edebiyatının belirli şekil kalıplarını kullanmaktan geri kalmayacaklardır. Burada dikkati çekilmesi gereken en önemli husus, yenilikten kastedilenin ne olduğu veya ne olması gerektiğidir. İşte mezkur sebepten dolayı edebi tartışmalar, Tanzimat döneminin en dikkate değer meseleleri olmuş ve aylarca hatta yıllarca gazete sütunlarını meşgul etmiştir.
Ayrıca bir başka husus daha vardır ki, burada zikretmek faydalı olabilir. 1888 senesinde Kitapçı Arakel tarafından bir eser bastırılır. "İntikâd" isimli bu kitap Muallim Naci ile bizde ilk materyalist olarak bilinen Beşir Fuad'ın mektuplaşmalarını ihtiva etmektedir. Mektupların başlangıcı sebebi olarak ise Beşir Fuad'ın Victor Hugo için yazdığı bir eserin karşılıklı bir değerlendirilmesi gösterilebilir. Toplam yedi mektuptan oluşan söz konusu kitapta Muallim Naci'nin dört mektubu bulunmakta ve bu mektuplarda hiçbir zaman onun tutucu ve eskiye bağlı birisi olduğu göze çarpmamaktadır. Örneğin ilk mektubun şu ilk mısraları, Naci'nin aslında edebiyatta yeniliğe -fakat makul biçimde- açık olduğunu bizlere göstermektedir:
Efendim!
Bir zamandan beri gittikçe tevsi' etmekte olduğu çeşm-i iftihâr ile görülmekte olan matbuât-ı Osmâniye âlemine bir başka arayış vermeğe başlayan âsâr-ı kalemiyenizden bu kere neşrolunan «Victor Hugo» ünvanlı iki cilt bilhassa celb-i nazar-ı dikkat etmiştir." [VI]
Naci, fikri itikad olarak kendisi ile tam bir zıtlık teşkil eden Beşir Fuad'ın edebiyata getirmek istediklerinin farkındadır ve bunu da takdire şayan bir şekilde karşılamaktadır. Mektupların devamında da bu durum izlenebilir.
Yukarıda da belirtildiği üzere Muallim Naci'nin dönemin bazı ediblerini "yâve-gû"luk (saçma sapan konuşma) ile itham etmesi, onun yeniliğe kapalı değil; aksine laf ü güzaf kabilinden şiirler yazılmasına karşı olduğunu göstermektedir. Eski, beğenilecek tarafları olduğu için kıymetlidir. Yeni ise sindirilebildiği ve adapte edileceği ölçüde alınmalıdır: İkisi bir sentez halinde sunulabildiği takdirde edebî manada bir değer taşıyacaktır.
"Yeni itibar olunan eş'ârımız içinde ma'nâsızları o kadar çoktur ki bunları herkes görmüş olacağı cihetle şurada bir iki misâl irâdına lüzum görmekte ma'nâ yoktur [.] Gide gide yâve-gûluk hepimize sirâyet ve taammüm edecek olursa biz edîblerin eslâfa ne derecede tefevvuk etmiş sayılacağımızı hayâl ediniz!" [VII]
"Zaman gelecek ki şiir kelimesinin anlamı, mânâsını kâilinin (söyleyenin) dahî anlamadığı söz şeklinde verilecektir.
-------------------------------------------------------------------------------
I.Gülzar-ı sühan: Şairlerin gül bahçesi;
Ma'hud: Önceden bahsedilen, söz verilen
Bülbül-i herze-eda: Boş sözler söyleyen bülbül
Lâl: Dilsiz, söz söyleyemeyenÂfak: ufuklar
Bâz-ı feza-yı edeb: Edeb semasının yırtıcı kuşu [?]
II.Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, s.473, 1967 [?]
III.Sevilen bir şairin gazelinin her beytine üç mısra daha eklemek [?]
VI.İntikad, s.2 [?]
VII.İntikad, s.10 [?]
Tanzimat Edebiyatı ile Servet-i Fünun Edebiyatının Karşılaştırılması
• Her iki dönemde de Fransız edebiyatı örnek alınmıştır.
• Tanzimat döneminde ve Servet-i Fünun döneminde şiirlerde kullanılan asıl ölçü aruzdur; sınırlı sayıda şiirde hece ölçüsü kullanılmıştır.
Servet-i Fünun edebiyatı ile Tanzimat dönemi arasında önemli farklılıklar
• Tanzimat döneminde Batı'dan alınan roman, hikâye, tiyatro gibi türlerde ilk örnekler verilmiştir; ancak bu ilk örnekler pek başarılı değildir. Birer deneme olmanın ötesine geçememiştir.
• Servet-i Fünun döneminde yazılan roman ve hikâyeler oldukça başarılıdır, Batılı nitelik taşır.
• Tanzimat dönemindeki eserlerde toplumcu bir anlayış vardır. Kölelik, esir ticareti, yanlış Batılılaşma, görücü usulü evlilik roman ve hikâyelerdeki başlıca konulardır.
• Servet-i Fünun döneminde ise romanlarda aşk, hayal-gerçek çatışması, karamsarlık gibi kişisel konular işlenmiştir.
• Tanzimat'ta toplum için sanat düşüncesi, Servet-i Fünun'da sanat için sanat düşüncesi vardır.
• İki dönemin şiirleri ve şiir anlayışı da birbirinden çok farklıdır. Tanzimatçılar Divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanarak vatan, hak, kanun, medeniyet, hürriyet, adalet gibi siyasi ve sosyal konuları işlemişlerdir. Servet-i Fünuncular eski nazım biçimlerini tümüyle bırakmış, serbest müstezadın yanı sıra Fransız edebiyatından alınan sone, terzarima gibi nazım biçimlerini kullanmışlardır. Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar aşk, doğa, üzüntü, umutsuzluktur.
• Tanzimat edebiyatında tiyatro önemli bir yer tutar. Tanzimat yazarları tiyatroyu, toplumu eğitmenin ve yönlendirmenin bir aracı olarak görmüşler, çok sayıda oyun yazmışlardır. Bu oyunlarda halka seslenmek amacıyla sade bir dil kullanmışlardır.
• Servet-i Fünuncular, tiyatro türünü ihmal etmiş, ikinci plana atmış, bu türle pek ilgilenmemişlerdir.
• Tanzimatçılarda toplumcu bir sanat anlayışı vardır. Onlar Batı'dan aldıkları kavram ve görüşleri halka aktarmaya çalışmışlar; bunun için de dilin sade olması gerektiği düşüncesini benimsemişlerdir. Şiirde kullandıkları dil ağırdır; nesir türündeki eserlerinde sade bir dil kullanmaya çalışmışlardır.
• Servet-i Fünuncuların topluma yönelik bir hedefleri yoktur; sanat anlayışları bireycidir. Servet-i Fünuncular hem şiirde hem de romanda süslü, sanatlı, ağır bir dil kullanmışlardır. Onlar seçkin bir zümre için eser vermişlerdir.
• Tanzimat edebiyatının ilk dönem sanatçıları genel olarak romantizm akımından etkilenmişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci döneminde şiirde romantizm, romanda ise realizm akımının etkileri görülür.
• Servet-i Fünun edebiyatında roman ve hikâyede realizm ve natüralizm akımlarının; şiirde ise sembolizm ve parnasizm akımlarının etkisi vardır.
• Tanzimat dönemi yazarları anlatım sırasında öznel davranır, taraf tutar, kişiliğini gizlemez. Okura öğüt verir, yol gösterir; olayın akışına müdahale eder, konu ile ilgisi olmayan gereksiz ayrıntılara girer.
• Anlatılanlar çoğu zaman masal karakteri taşır. Roman ve hikâyelerde, sözlü edebiyatürünleri olan halk hikâyesi ve masalın etkileri görülür.
• Servet-i Fünun dönemindeki roman ve hikâyeler teknik yönden oldukça başarılıdır. Yazar, kişiliğini gizler, kesinlikle olaya karışmaz, taraf tutmaz. Psikolojik tahliller ve tasvirler başarılıdır.
• Tanzimat dönemi eserlerinde olay ön plana çıkar. Servet-i Fünun'da ise tasvir ve tahlillere de önem verilir.
Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide) Döneminde Hikâye ve Roman
Servet-i Fünûn döneminde hikâyede büyük gelişme yaşanır. Tanzimat'la edebiyatımıza giren hikâyenin olgun örnekleri bu dönemde verilir. Şiirde olduğu gibi hikâyede de bireysel konular işlenir. Servet-i Fünûn neslinin "içe dönük, karamsar" bakışı bu hikâyelere de sinmiştir. Kimi hikâyelerde istanbul dışında geçen olaylara de yer verilmekle birlikte hikâyelerde mekân genellikle İstanbul'dur. Yazarlar realizmin etkisiyle yazdıkları hikâyelerde yaşadıkları dönemi işlemişlerdir.
Tanzimat ve Servet-i Fünûn Hikâyeciliğinin Karşılaştırılması
Tanzimat yazarları hikâyelerde sosyal yarar amaçlamıştır. Bu açıdan hikâyelerde evlilik sorunları, gelenek ve töre, batıl inançlar, esaret, yanlış Batılılaşma işlenmiş, mekan ihmal edilmiştir. Edebiyat-ı Cedîde döneminde yazarlar, yapıtlarında bireysel duyguları işlemişler; aşk, kadın, evlilik, tabiat, yalnızlık, hayal-hakikat çatışmasından kaynaklanan ümitsizlik, aşırı melankoli, hastalık, karamsar bir bakış açısı gibi bireysel konulara yer vermişlerdir. Bu dönem hikâyelerinde sanatçı ruhlu, piyano çalan, yabancı dil bilen kadınlar; sevdalı, ince ruhlu âşıklar, Batılı tipler görülür. Mekan İstanbul'dur.
Tanzimat hikâyelerinde dil, biraz daha sadedir. Cümleler kısa, açık ve anlaşılır özelliktedir. Çünkü bu dönemde düşünce öne çıkmış, özentili anlatım arka plana itilmiştir. Servet-i Fünûn yazarları, "Sanat, sanat içindir." görüşünü benimsemiştir. Bu nedenle onların hikâyelerinde dil, süslü ve sanatlıdır. Eski sözcükler sıklıkla kullanılır. Dilde sanat kaygısı ağır basar. Ancak bu dil, romanlara göre daha sadedir.
Tanzimat yazarları Fransız edebiyatından etkilenseler de Doğu öyküleme geleneğinden kurtulamamıştır. Bu nedenle Tanzimat hikâyelerinde yapı, Batılı olsa da iç kurgu ve anlatım Doğulu özellikler taşır. Olay ön plandadır. Kişiler siliktir. Hikâyelerde romantizmin etkisi açıkça hissedilir. Samipaşazade Sezai ile birlikte hikâyelerde realizmin etkisi görülmeye başlar. Servet-i Fünûn döneminde ise geleneksel hikâye tamamen bırakılır, Batılı tarzda hikâyeler yazılmaya başlanır. Realizmin etkisiyle gerçekçi hayat sahneleri, sosyal yaşamdan kesitler hikâyelerde yansıtılır. Olay yerine kişilere, onların ruhsal durumlarına ağırlık verilir. Bu nedenle yazarlar, öykülerindeki kişileri yaşadığı toplumdan, kendi çevrelerinden seçmişlerdir.
Servet-i Fünûn edebiyatının en önemli hikayecisi Halit Ziya Uşaklıgil'dir. Sanatçının hikâyeleri, anlatım ve teknik özellikler bakımından romanlarıyla aynı çizgidedir. Çok kuvvetli iç ve dış gözlem yeteneği olan yazar, hikâyelerini rahat yazar. Bu bakımından, onun hikâyeleri romanlarına oranla daha doğaldır. Hikâyeleri üslup bakımından daha zengin, lirizmle iç içedir. Yazarın hikâyelerindeki dili, romanlarından daha sadedir. Hikâyelerinin konuları millî ve yereldir. Hikâyelerinde halktan kişilere yer verir. Kimi hikâyelerinde mekan olarak Anadolu da yerini almıştır. "Mahalleye Mevkuf, Dilhoş Dadı, Raife Molla, Altın Nine, Keklik İsmail, Kar Yağarken, Ali'nin Arabası" gibi hikâyeleri millî ve mahallî özellikler taşır.
Halit Ziya'nın belli başlı hikâyeleri şunlardır: "Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Heyhat, Solgun Demet, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dair, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyeleri, Bir Şir'i Hayal"
Halit Ziya'dan sonra Servet-i Fünûn topluluğunun bir diğer hikayecisi Mehmet Rauf'tur. O, hikâyelerinde aşk konusunu işlemiştir.
Servet-i Fünûn Romanının Dil ve Anlatım Özellikleri
Tanzimat'la başlayan Türk romanı, Servet-i Fünûn döneminde Namık Kemal'in açtığı sanatkârane üslup ile gelişimini devam ettirmiştir. Bu dönemde roman, gerek üslup gerekse teknik bakımdan önceki döneme göre büyük gelişim göstermiştir. RomandaTanzimatçılarda görülen kurgu hataları, üslup eksiklikleri, acemilikler Servet-i Fünûn döneminde kaybolmuştur. Roman tekniği modern ve sağlamdır. Olayların örgüsü, işlenişi ve konuşmalar başarılı biçimde verilmiştir. Yazarlar, eserde kişiliğini gizlemiştir. Batılı anlamda Türk romanı bu dönemde yazılır.
Servet-i Fünûncular, Tanzimat'la başlayan dilde sadelik anlayışından uzak durmuş, aydın kesim için süslü ve sanatlı bir dille eserler vermiştir. Onlar estetiğe önem vermiş, bu da beraberinde dil zenginliğini getirmiştir. Ancak sanatkârane üslup anlayışı eserlerde kullanılan dilin kimi zaman anlaşılmaz hâle gelmesine neden olmuştur. Sanatçılar duygu ve düşüncelerini anlatmak
için Arapçadan, Farsçadan, Batı edebiyatından sözcük ve tamlamalar kullanmışlardır. Batı edebiyatının etkisiyle kısa cümleler kurmaya özen göstermişlerdir. Yazılarda Fransız cümle yapısının etkisi vardır. Söz diziminde yenilikler yapmışlar; kesik cümleler kullanmışlar,sıfatları ismin sonunda kullanmışlar, fiilsiz cümleler oluşturmuşlar, "ve" bağlacına, "ah" ve "oh" gibi ünlemlere cümlelerde bol bol yer vermişlerdir.
Servet-i Fünûn Romanının Tema/Konu Özellikleri
Tanzimat sanatçıları devrin koşulları gereği dışa dönük sosyal yazarlardır. Yapıtlarında işledikleri konular da yanlış Batılılaşma, görücü usulüyle evlenme, esaret (kölelik) gibi sosyal konulardır. Servet-i Fünûn sanatçıları ise yaşadıkları dönemdeki siyasal baskılar ve sansür nedeniyle bireysel konulara yönelmiştir. Bunun sonucu olarak sosyal içerikli temalardan uzak durmuşlar; eserlerinde hayâl-hakikat çatışması, başarısız aşklar, karamsarlık gibi bireysel temalara yönelmişlerdir.
Yazar yaşadığı toplumdan bağımsız değildir. Onun, yaşadığı toplumun uzak bir şekilde eser vermesi olanaksızdır. Bu açıdan her tema yazıldığı dönemin zihniyetini, sosyal ve kültürel durumlarını yansıtır. Kısacası yaşamın gerçeği ile romanın gerçeği birbiriyle örtüşmez; ancak roman gerçek yaşamdan, içinde yaşadığı toplumsal, ekonomik ve kültürel ortamdan etkilenir. Üretildiği toplumun yansımalarını içerir. Mai ve Siyah'ta romanın yazıldığı dönemin basın hayatı, Aşk-ı Memnu'da Beyoğlundaki yaşam, eğlence merkezleri yer alır. Servet-i Fünûn romanında, konular İstanbul'daki seçkin kişilerin yaşamından, özellikle Batılı çevrelerden alınır. Hayal kırıklığı, üzüntü ve başarısız aşklar romanlara konu olur.
Servet-i Fünûn ile Tanzimat Romanının Karşılaştırılması
Tanzimat Dönemi'nde yazarlar roman türünün ilk örneklerini vermiştir. Bu dönemde yazarlar, romanda belli bir gelişmeyi değil, Doğu ve Batı kültürünü birbirine katarak sosyal yararı gözetmiştir. Halka seslenebilmek için yazmış, bu yolda meddah ağzını kullanmış, öğreticiliği amaçlamıştır. Bu açıdan Tanzimat romanları teknik olarak kusurlu; ama bu türü yaygın hâle getirmesi açısından önemlidir. Yazarlar, romanlarında halkı göz önünde bulundurmuş, görüşleriyle kahramanları üzerinde etkili olmuş, romanlarının olay akışını sık sık keserek okura bilgiler vermiştir. Edebiyatımızda Batılı anlamda esas roman, Servet-i Fünûn'la başlar. Servet-i Fünûncular realist ve natüralist yazarları, psikolojik roman çığırını açan yazarları ve onların roman anlayışlarını örnek almışlardır. Toplumsal yarar içeren sosyal konular (cariyelik, görücü usulüyle evlilik, köle ticareti, yanlış Batılılaşma vs.) gitmiş, kişisel konular, özellikle aşk konusu romanlara hakim olmuştur.
Tanzimat romanlarında kişilerin psikolojik çatışmalarına çok az yer verildiğini, yazarların görüşlerinin roman kahramanları üzerinde etkili olduğunu, romanlarda gösterme tekniği yerine öykülemenin ağır bastığını önceki ünitemizde işlemiştik. Bu dönem roman yazarları daha çok, Doğu edebiyatının etkisindedir. Tanzimat Dönemi romanlarında ne canlı bir psikoloji ne karakter ne de gerçekçi yaşam sahneleri vardır. Bu nedenle yazarlar, tasvir ve tahlilde başarılı olamamışlardır.
Romanlarda ağırlıklı olarak kişilerin yaşamı ve salon hayatı işlenir. Kişilerin ruh çözümlemelerine, tabiat ve çevre betimlemelerine özen gösterilir. Roman kişileri, romantik yönleri olmakla birlikte genellikle modern yaşamın içinden, eğitimli, bazen hırslı, bazen isyankar, geleneğin kalıplarını kıran, ümitle bunalım arası gelgitler yaşayan gerçekçi kişilerdir. Bu kişiler karamsar tipler, çapkın ve macera peşinde olanlar, zengin ve Avrupalı tipler olarak sınıflandırılabilir.
Yazarlar kahramanlarını psikolojik gerçekliklere uygun olarak serbest bırakır, okuru, taraf tutmadan kahramanları anlama ve çözümlemeye yönlendirir. Bunun yanında yazarlar, romanlarda Batı tarzı hayatı ve kahramanları işlemişler, sosyal yaşamdan da kuvvetli tiplere ve sahnelere de yer vermişlerdir. Örneğin Halit Ziya'nın Mai ve Siyah romanındaki Ahmet Cemil, Aşk-ı Memnu'daki Firdevs Hanım, Nihal ve Bihter, o devir İstanbul'unda yaşamış toplumdan kişilerdir.
Tanzimatta sade dile yönelim vardır. Şinasi ile başlayan dilde sadeleşmeyi Ahmet Mithat, uygulamaya çalışır. Fakat özentisiz cümleler kurduğu için bunda başarılı olamaz. Samipaşazâde Sezai dilde sadeleşmeyi savunmakla birlikte sanatlı söz söyleme alışkanlığından bütünüyle kurtulamaz. Bu konuda Nabizade Nazım daha başarılıdır. Servet-i Fünûn roman ve öykülerinde ise sade dil anlayışı bir kenara bırakılmış, son derece süslü ve sanatlı, arapça ve farsça sözcüklerle yüklü bir dil kullanılmıştır.
Servet-i Fünûn Romancılarının Etkilendiği Akımlar
Roman, temsil ettiği akıma göre romantik roman, natüralist roman, realist roman; konusuna göre aşk romanı, toplumsal roman, polisiye roman, macera romanı gibi isimler alır. Servet-i Fünûn yazarları, yakından takip ettikleri Fransız yazarların etkisiyle realist roman anlayışını benimsemişlerdir. Realist romanlar olayları kişi ve çevreyi gerçekçi bir şekilde anlatır. Yazarlar kendi duygu ve düşüncelerini esere yansıtmazlar. Olaylar ve kişiler karşısında tarafsız kalırlar. Realist romanlarda eserin üslubu yapmacıksızdır. Servet-i Fünûn yazarları, romanda realist ve natüralist yazarları örnek almışlardır. Realist romanda gözlem ve araştırma ön planda, his ve hayal unsurları ise ikinci plandadır. Realist romanlarda gerçekler, görülenler ve incelemelerin ortaya koyduğu sonuçlar önemlidir. Gözlem önemlidir. Yazarlar gerçeğe uygun çevre betimlemeleri yapmıştır. Bu dönem romancıları, esere kendi duygu, düşünce ve hayallerini karıştırmaz, kişiliğini gizler. Bunun için de olayları, kişileri iç ve dış özellikleriyle, psikolojik yönleriyle objektif bir şekilde anlatır. Dil ve üslup olaya ve olayın kahramanının kişiliğine uygun olarak kullanılır. Natüralist romanlarda bilime ve araştırmaya daha çok önem verilir. Natüralistler gerçeğe bağlılıkta ve sosyal meseleleri araştırmada realistlerden çok daha fazla bilimsel metodlara bağlıdır. Toplumu âdeta bir laboratuvar olarak düşünürler ve eserlerini bu laboratuvar içinde, bilimsel verilere bağlı kalarak yazarlar. Servet-i Fünûn yazarlarının romanlarında realizm belirgindir. Sanat sanat içindir anlayışından hareketle sanatçılar dil ve anlatıma önem vermişlerdir.
Servet-i Fünûn Romancıları
Bu dönemin romancıları;
- Halit Ziya Uşaklıgil,
- Mehmet Rauf ve
- Hüseyin Cahit Yalçın'dır.
Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide) Döneminde Gezi Yazı Türü
Türk edebiyatında gezi yazısı geleneği öteden beri vardır. Bu türde eser veren yazarların en önemlisi "Seyehatname"nin yazarı Evliya Çelebi'dir (1611-1685). Ancak Servet-i Fünun'a kadar yazılan gezi yazılarının edebî yönü zayıftır. Servet-i Fünun Dönemi'nde edebiyata sansür uygulanıyordu. Seyehat özgürlüğü sınırlıydı. Buna rağmen, gerek sürgüne gönderilen gerekse II. Abdülhamit yönetiminin baskılarından kaçan sanatçıların, gittikleri yerlerle ilgili yazdıkları yazılardan oluşan gezi yazısı türünde eserler vardır.Servet-i Fünûn dönemindeki öğretici metinlerin dili, şiire göre, konuşma diline daha yakındır. Bununla birlikte her türlü yazıyı edebî bir ürün olarak gören Cenap Sahabettin, gezi yazılarında sanatlı bir dil kullanmıştır. Gezi yazılarındaki betimlemelerinde şiirsel buluşlar yapmıştır.Dönemin gezi yazılarında mekân olarak "Doğu" ve "Batı" karşımıza çıkar. Servet-i Fünûncularya görevli veya sürgün olarak gittikleri Doğuyu ya da merak için, okurlarına tanıtmak için gittikleri Batıyı eserlerinde anlatmışlardır.
Servet-i Fünûn gezi yazılarında dönemin zihniyetinin de etkisi vardır. Servet-i Fünûncularedebiyat alanında tamamen Batıyı örnek almışlar, bu nedenle de örnek aldıkları Batıyı görmek, tanımak, öğrenmek ve birikimlerini yansıtmak istemişlerdir.
Servet-i Fünûn döneminde gezi türünde Ahmet ihsan Tokgöz'ün "Avrupa'da Ne Gördüm" (1892); Cenap Şahabettin'in "Hac Yolunda", "Avrupa Mektupları", "Âfâk-ı Irak" adlı kitapları vardır.
Cenap Şahabettin'in "Hac Yolunda" adlı eseri 19. yüzyıla kadar gezi yazısı tü- ründe pek birikimi olmayan Türk edebiyatına kazandırılmış önemli bir yapıttır. Bu eser 1886 yılında Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edildikten sonra 1909-1925 yılları arasında kitap olarak yayımlanmıştır. Cenap Şahabettin'in görevli olarak gittiği Hicaz ve Mısır yolculuğunu canlı gözlemlerle anlattığı eser, gezi yazınımızın seçkin örnekleri arasındadır. Yazar bu kitabında gezip gördüğü yerleri yalnızca bir gezgin gözüyle ve yüzeysel olarak değil; tarih, coğrafya ve insan boyutlarıyla, örnek sayılacak bir nesir ustalığıyla anlatmaktadır. Eser, Hac izlenimlerinden çok, sanatlı Osmanlı nesrinin güzel örneklerini içerir.
Cenap Şahabettin'in "Avrupa Mektupları" adlı kitabı, 1917-1918 yılları arasında Tasvir-i Efkâr gazetesi adına yaptığı Avrupa gezisi gözlemlerini içerir. Eser, 1919 yılında yayımlanmıştır. Cenap Sahabettin bu kitabında, Avrupa'da gezip gördüğü ülkeleri Doğulu bir sanatçı gözüyle değerlendirir. Dolaylı olarak, Batı ile Osmanlıyı karşılaştırır ve günümüz açısından da ülkemizle ilgili önemli saptamalara ulaşır. Cenap Şahabettin'in ülkemizle ilgili değindiği sorunların, ne yazık ki hâlâ çözümlenemediği görülmektedir. Onun gezi yazılarında ayrıntılar çok önemlidir. O ayrıntılar yan yana gelince, anlatılan mekân, satırlardan kurtulup canlanır sanki. Onun fotoğraf makinesi gibi olan kaleminden çıkan yazılar, okurun karşısına çok canlı resimler çıkarır.
Cenap Şahabettin'in gezi türünde değerlendirilebilecek diğer bir eseri ise "Âfâk-ı lrak"tır. Sanatçı, bu eserinde, Cemal Paşa'nın davetlisi olarak bulunduğu Irak ve Suriye hakkındaki izlenimlerini kaleme almıştır. Sanatçının, 1914'te başlayan bu gezisi 2 yıl sürmüştür. Eser, 20 Nisan 1916-19 Mart 1916 tarihleri arasında Tasvir-i Efkâr gazetesinde 13 bölüm hâlinde yayımlanmıştır. Sanatçı bu eserinde Kızıldeniz'den Bağdat'a kadar değişik yerleri dolaşır ve buralarla ilgili gözlemlerini yansıtır.
Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide) Döneminde Tenkit (Eleştiri)
Türk edebiyatında Tanzimat'la başlayan "eski-yeni" tartışması, tenkit türünün gelişmesine katkı yapmıştır. Servet-i Fünuncular öncekilerin tenkit anlayışını kusurlu bularak yeni bir tenkit anlayışı geliştirmek istemişlerdir. Batı tarzında tenkitler yazmışlardır. Tenkide edebî bir tür niteliği kazandırmışlardır. Servet-i Fünuncular kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplamak, kendi edebiyat anlayışlarını açıklayıp tanıtmak,Batı edebiyatı hakkında değerlendirmeler yaparak edebî akımlar hakkında bilgi vermek amacıyla edebî tenkitler kaleme almışlardır.
Onların tenkit anlayışında "sanat için sanat anlayışını esas almak, dönemin koşullarını ve zamanın değiştirici rolünü kabul etmek, diğer bilimlerden yararlanmak" gibi ilkeler söz konusudur.
- Servet-i Fünun Dönemi'nde edebiyat ve sanat tartışmaları daha çok, "Dekadanlık, Batı taklitçiliği, dilin ağır olması, halktan kopuk bir edebiyat oluşması" gibi noktalarda yoğunlaşmıştır.
- Servet-i Fünuncular, edebiyatı estetik bir varlık olarak ele almışlar; tenkit yazılarında "estetik, edebiyat, edebî zevk" gibi konulara değinmişlerdir. Ancak eser ve yazar tenkidinde zayıf kalmışlar; sanatçının hayatı, çevre koşulları gibi, eserin dışındaki konularla da ilgilenmişlerdir.
- Yazarla ilgili kişisel izlenimlerini gizlememişlerdir.
- Arapça ve Farsçayı, Türkçenin kaynakları arasında görmeleri, dil ve üsluplarını anlaşılmaz hâle getirmiştir.
- Tenkit anlayışlarında bir birlik oluşturamamışlardır.
Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide) Döneminde Hatıra (Anı)
Servet-i Fünun'a kadar hatıra, edebiyatımızda yazınsal değerde bir tür değildi. Yazınsal değerdeki ilk hatıraları bu dönemde Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Bu dönemdeki hatıraların dili, dönemin şiirlerine göre yalın, ancak konuşma dilinden uzaktır. Şiirlerinde sosyal ve siyasal konulardan uzak duran sanatçılar, hatıralarında dönemin sosyal ve siyasal olaylarına ışık tutmuşlardır. Dönemin edebiyat dünyasının perde arkasını, yapılan tartışmaları da bu hatıralardan öğrenmek mümkündür. Bu bakımdan özellikle hatıra ve gezi yazıları, kendilerinden sonraki dönemler için birer tarihî belge niteliği taşır.
Bu dönemde hatıra türünde Halit Ziya Uşaklıgil'in "Kırk Yıl", "Saray ve Ötesi"; Ahmet İhsan Tokgöz'ün "Matbuat Hatıralarım"; Mehmet Rauf'un "Edebî Hatıralar"; Hüseyin Cahit Yalçın'ın "Siyasal Anılar" ve "Edebiyat Anıları" adı eserleri vardır.
Türk edebiyatında yazınsal değerdeki hatıraları ilk kez Halit Ziya Uşaklıgil yazmıştır. Halit Ziya Uşaklıgil, hem yazınsal hem siyasal nitelikte olan bu hatıraları dokuz ciltte toplamış ve kırk yılı kapsayan ilk beş cildine "Kırk Yıl" (1936) adını vermiştir. Halit Ziya, kitabında, bu eseri yazış amacını şöyle açıklamaktadır: "Anılar arasında bu gezintiyi nasıl düşündüm ve niçin buna başlıyorum? İnsanların duyguları ile kararları, tutum ve davranışları arasındaki bağlar o kadar dolaşık ve karışık bir yumaktır ki bunu çözmeye bilmem her zaman imkân var mıdır? Bir gece derin bir acı ile uyumuştum ve daha derin bir acı ile uyandım: Düşümde annemi arıyordum. İşte, ona katılmak için önümde alınacak pek az yol kalmış olan ben, kırk yılı çoktan geçmiş bir zaman süresi oluyor ki, hep böyle dertlerle doluydum. Uykularımın içinde onun arkasından koşuyor, onu arıyordum. Gene koşuyor, gene onu arıyordum." demektedir. Halit Ziya Uşaklıgil'in, hatıra türündeki bir başka eseri ise saraydaki görevi sırasında tanık olduğu olayları anlattığı "Saray ve Ötesi" (1940) adlı yapıtıdır. Anılar, tarihle yakından ilgilidir.
Anılar da olduğu gibi tarihi de çekici kılan, "insan" faktörüdür. Anılar tek başına subjektif (kişisel bakış açısını yansıtır nitelikte) olmasına rağmen tarihi kuruluktan kurtarır, onu "insan" faktörü aracılığıyla çekici kılar. Bu yönüyle, tam olarak tarihin yerini tutmasa bile, ondaki bilinmez karanlık noktaları aydınlatmada rolü büyüktür. Bu kitapta yazar, "istibdat" diye anılan II. Abdülhamit döneminden sonra gelen ve büyük ümitlerle beklenen özgürlük ortamında gelişen olayları, beklentilerin boşa çıkmasından doğan hayal kırıklıklarını, saray insanlarını anlatır. Yani tarihe ışık tutar.
Halit Ziya Uşaklıgil'in hatıra türünde, "Bir Acı Hikâye" (1942) adlı bir eseri daha vardır. Bu, Halit Ziya'nın edebi nitelik ve kaygı taşımayan tek eseridir. Yazar, bu kitabını ömrünün son yıllarında uğradığı, gerçekten çok talihsiz ve çok büyük bir matem üzerine, o matemin dinmez acısı ile yazmıştır. Eserde, intihar eden oğlu Halil Vedat için çektiği acıları dile getirmiştir. Bu kitabın ön sözünde yazar, katlanılması imkânsız denebilecek ıstıraplarını haykırmak, biraz olsun nefes alabilmek amacıyla bu eseri kaleme aldığını açıklamıştır. Yazar, eseri yazdığı sıralarda yayınlamayı hiç düşünmemiş olduğu hâlde, aradan dört beş yıl geçtikten sonra kitap, yakın dostlarının ve akrabalarının rica ve ısrarları sonucu basıma sunulmuştur. Kendisinin ölümü de bundan üç yıl sonradır.
Servet-i Fünûn dergisinin sahibi Ahmet İhsan Tokgöz'ün de "Matbuat Hatıralarım" adlı bir hatıra kitabı vardır. Bu kitap, yazarın 1888 ile 1914 dönemine ait anıları içermektedir. Kitapta hem dönemin edebiyat ve gazetecilik çevrelerinin "kulisi", hem de II. Abdülhamit devrinde basın üzerindeki baskılara, sansüre. Meşrutiyet' in ilanından sonraki politik ortama, dönemin önemli olaylarına ilişkin bilgiler; Ahmet Mithat, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem ve daha niceleri hakkında anekdotlar yer almaktadır.
Servet-i Fünûn edebiyatında hatıra türündeki diğer eserler arasında Mehmet Rauf'un "Edebî Hatıralar" adlı eseri de yer almaktadır. Bu eser, Mehmet Rauf'un farklı yayın organlarında çıkan ve büyük kısmı "Edebî Hatıralar" üst başlığıyla yayımlanan yazılarından oluşmuştur. Kitapta sonradan farklı dergilerde çıkmış ve yazarın hayatına ışık tutan hatıra niteliğindeki bazı yazılara, bir de mülakata yer verilmiştir.
Servet-i Fünûncular içinde hatıra türünde eser veren diğer bir sanatçı da Hüseyin Cahit Yalçın'dır. Hüseyin Cahit Yalçın, "Siyasal Anılar" adlı eserinde 1908-1918 yılları arasını, yani Meşrutiyet döneminin ilginç olaylarını açıklar. Bilindiği gibi, Meşrutiyet dönemi, Osmanlı Devleti'nin dağılma çağının son aşamasıdır. Bu nedenle söz konusu dönemin olayları, devletin kurtuluşu için yapılmış son ve umutsuz çırpınışlardır. Gazeteci ve politikacı kimliği olan Hüseyin Cahit Yalçın'ın aynı zamanda İttihat ve Terakki Partisi üyesi, hatta partinin sözcüsü olması, bu anı kitabının değerini daha da artırır. Siyasal Anılar'ın odaklandığı başlıca konular arasında İttihat ve Terakki Partisi'nin idealizmi; yenilik ve gericilik çatışmaları; reform denemeleri; azınlıkların yıkıcı faaliyetleri; parti kavgaları; iç isyanlar; Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında Osmanlı politikası yer alır. Kitabın son bölümünde ise Hüseyin Cahit Yalçın'ın Malta'da sürgün olarak geçirdiği yıllar ve Atatürk dönemi anılarının özetleri de bulunmaktadır.
Hüseyin Cahit Yalçın'ın hatıra türündeki diğer bir eseri de "Edebiyat Anıları"dır. Hüseyin Cahit Yalçın, Türkçenin güzel ve sağlıklı kalemlerinden biridir. Edebiyata erken başlamış, onu erken bırakmıştır; ancak yazdığı pek çok deneme, sohbet ve anıları edebiyatımızın en güzel eserleri arasındadır, Hüseyin Cahit'in bu kitabında, Abdülhamit döneminin siyasal baskıları, edebiyat dünyasının içinde bulunduğu durum ve Tevfik Fikret, Mehmet Rauf gibi Servet-i Fünûn'un ünlü yazarları; bu yazarların idealleri, öfkeleri, küskünlükleri ve aşkları anlatılır.
Serveti Fünun (Edebiyatı Cedide) Dönemi Öğretici Metin
Servet-i Fünûn Döneminde Öğretici Metinlerin Genel Özellikleri
-Servet-i Fünûn dönemi öğretici metinlerinde bireysel ve edebi konular işlenmiştir.
-Servet-i Fünûn öneminde edebi tenkit daha çok kendilerine yapılan eleştirilere cevap verme ve Serveti Fünun edebiyatının tanıtılması önlerinde yoğunlaşmıştır.
-Dil ağırdır.
-Servet-i Fünûn dönemi öğretici metinler edebî tenkit, anı türünde yoğunlaşır.
-Gezi yazısı, mizah, hiciv ve fıkra türünde de eserler verilmiştir.
-Hüseyin Cahit Yalçın, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Şuayp, Hüseyin Suat Yalçın öğretici metin alanında eser verin sanatçılardır.
-Oluşturulan ürünler halkın sorunlarından uzaktır.
-Edebiyat tarihi ve felsefe alanında hiçbir çalışma yoktur.
-Servet-i Fünûn öneminde edebi tenkit daha çok kendilerine yapılan eleştirilere cevap verme ve Serveti Fünun edebiyatının tanıtılması önlerinde yoğunlaşmıştır.
-Dil ağırdır.
-Servet-i Fünûn dönemi öğretici metinler edebî tenkit, anı türünde yoğunlaşır.
-Gezi yazısı, mizah, hiciv ve fıkra türünde de eserler verilmiştir.
-Hüseyin Cahit Yalçın, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Şuayp, Hüseyin Suat Yalçın öğretici metin alanında eser verin sanatçılardır.
-Oluşturulan ürünler halkın sorunlarından uzaktır.
-Edebiyat tarihi ve felsefe alanında hiçbir çalışma yoktur.
SERVETİFÜNUN DÖNEMİ ÖĞRETİCİ METİNLER
Servetifünun yıllarında eski veya mutedil edebiyat taraftarlarıyla yeni edebiyatın ateşli mensupları arasında yapılan, hayli şiddetli edebiyat münakaşalar olmuştur. Buna rağmen, bu devirde çok az gelişen bir edebî tür, ciddi bir tenkit edebiyâtı'dır. O kadar ki bu edebiyatın kuruluşunda hissesi olan kafiye münakaşaları gibi, edebiyatın devamı boyunca bilhassa Hüseyin Cahit tarafından karşı tarafa yöneltilen, şiddetli ve cesur yazılar da disiplinli ilmin gerektirdiği bilgi ve felsefenin dışında yazılardır. Bu arada bâzı Servetifünuncuların Batı Edebiyâtı'na dâir bilgiler vermeğe çalışan çeşitli makalelerini de meselenin esâsını kavramış, kuvvetli birer tenkit yazısı diye karşılamak kolay değildir.
Vezinlerin, kafiyelerin ve nazım şekillerinin şiirdeki tarihî-müzikal yeri ve felsefesi, bu münakaşalarda belirtilememiştir. Yaşanılan devrin bediî-içtimaî ihtiyaçlarını kavrayarak, sanatkârlara, bu ihtiyaçlara cevap vermeleri için yol gösterebilecek bir edebî otorite de devrin tenkitçileri arasında mevcut değildir. Esasen, her şeye rağmen taklidî bir zümre edebiyatı yapmakta olan bir buhran devri edebiyatçıları arasından böyle bir şahsiyet çıkması da beklenilmez.
Bunun dışında, Hüseyin Cahit'in nispeten daha ürkek olan îtidâl taraftarlarına karşı giriştiği yazılı kavgalar, o devir için oldukça faydalı ve elektrikli bir münâkaşa havası yaratmıştır. Hatta onun kendi arkadaşlarının neşriyatı hakkında yürüttüğü fikirlerle bu fikirleri besleyici mana taşıyan tercüme makaleleri, o devrin edebî hayatının ve edebî kıymetlerinin gelişmesinde rol oynamış; Garba dâir bilgi ve fikir verici yazılar olmuştur. Fakat Servetifünun Edebiyatı'nın daha çok, Fransız Edebiyatı üzerinde araştırmalar yaparak, elde ettiği bilgileri Türk Edebiyâtı'na tanıtmak yolunda ağırbaşlı yazılar yazansa Ahmed Şuayb'dır.
Genç sayılacak bir yaşta ölümü, Türk edebiyatının ciddî kayıpları arasında bulunan Ahmed Şuayib'in tanınmış bir kısım Fransız ve Alman tarihçileri ile Fransız realizminin en mühim münekkit ve edipleri hakkında ciddi etütleri olmuştur. Bunları, önce, Tevfik Fikret'in teşvik ve ısrarı ile Servetifünûn'da, Hayat ve Kitaplar başlığı altında neşreden Ahmed Şuayib, aynı yazıları, 1913'de, yine Hayat ve Kitaplar isimli bir kitapta toplamıştır. Bu kitaptaki Taine ve Asarı ile Gustave Flaubert başlıklı etütler, edebiyatımızda Fransız yazarları ve mensup oldukları edebî mektepler hakkında yapılan araştırmaların ilk başarılı örneklerindendir.
Aynı kitapta, Gabriel Monod, Ernest Lavisse, Niebuhr, Ranke ve Mommsen gibi, tanınmış Fransız ve Alman tarihçileri hakkındaki etütler de zevkle okunan ve ilmî-içtimâi problemlerin hangi târihî hâdiseler sebebiyle, nasıl ele alındığını belirten yazılardır. Bütün bu etüdler, edebiyatımızda Avrupalı yazarlar ve mensup oldukları edebiyat mektepleri hakkında yapılan tetkiklerin başarılı örneklerindendir. Şuayib, bu etütleri meydana getirmek için belli başlı Batılı yazarların eserlerine ve edebiyat tarihlerine başvurmuş ve neticede başarılı yazılar meydana getirmiştir. Hayat ve Kitaplar'da çağdaş Batı ekollerinin, o devir için, iyi anlaşılmış ve iyi anlatılmış olduğunu kabul etmek zarurîdir. Bu kitaptaki makalelerin Tevfik Fikret'in teşviki ve ısrarıyla, Servetifünunda neşrolunması gerek Fikret, gerek Ahmed Şuayb için kıymetli birer nottur.
ServetiFünûn yıllarında ya mühim değer taşımayan yahut herhangi bir edebî hareket yapamayan, daha birtakım edebiyat türleriyle de yazılar yazılmıştır. Bunlar arasında hemen bütün Servetifünuncularm yazdıkları çeşitli makaleler, önde anılabilir. Bu makaleler, umumiyetle, Batı edebiyatını tanıtma maksadıyla yazılmış, sütunlar dolusu yazılardır. Ancak bunların çoğu, bu edebiyatın birinci sınıf yazıları derecesine yükselmiş sayılamazlar. Buna mukabil, Cenap Şahâbeddin'in Türk Seyahat Edebiyâtı'nı bir defa da Servetifünun nesriyle canlandıran yazıları, bu nevin güzel örneklerindendir. Bu yazıların umûmî adı Hac Yolunda'dır Hac Yolunda, yazarının, memuriyetle gönderildiği Hicaz bölgesindeki intibalarını hikâye eden mektuplardır. Bunlar, önce Servetifünûn'da tefrika edilmiş (1896) sonra kitap haline de getirilmiştir (1909). Kuvvetli ve keskin görüşlerle ve zekâ çizgileriyle değerli bu yazılar, edebiyatımızda, daha çok, Servetifünun yıllarından sonra gelişecek olan Seyahat Edebiyatı için güzel bir başlangıç olmuştur. Burada, Tanzimat'tan beri Cenap'a kadar ve Cenap devrinde yazılan Seyahat Edebiyatı örneklerinin, onun yazıları ölçüsünde bir edebî değer taşımadıklarını söylemek yerinde olur.
Servetrfünûn yazarlarının mektup, musahabe, monografi ve mektup, hâtırat nevîlerindeki birçok güzel yazıları ve eserleri ise, onların, daha çok, müstakil birer, edip olarak çalıştıkları XX Asır'da neşredilmiştir.
Kaynak: Resimli Türk Edebiyatı Tarihi / Nihad Sami BANARLI
1-Servet-i Fünûn döneminde tenkit (eleştiri):
Edebiyat ve sanat tartışmaları daha çok "Dekadanlık, batı taklitçiliği, bu dönem eserlerinin dilinin anlaşılmayacak kadar ağır ve sembollerle dolu olması, bu dönemde halktan kopuk bir edebiyatın teşekkül etmesi" noktalarında yoğunlaşmıştır. Serveti Fünun öneminde edebi tenkit daha çok kendilerine yapılan eleştirilere cevap verme ve Serveti Fünun edebiyatının tanıtılması önlerinde yoğunlaşmıştır. Serveti Fünun dergisi o dönem aydınlarının bir araya geldiği, tartıştığı yer olmuştur. Tenkit türünde; Hüseyin Cahit, Cenap Şahabettin ve Ahmet Şuayip özellikle dikkat çeken isimlerdir. Hüseyin Cahit Yalçın Servet-i Fünûn'a yapılan çeşitli saldırılara aynı şiddette cevaplar vermekle ün salmıştır. Sonraları bu türde yazdıklarını bir kitap haline getirmiş ve "Kavgalarım" adını vermeyi uygun bulmuştur. Edebi çalışmalarını tenkit alanında toplayan tek şahsiyet Ahmet Şuayp'tır.
2-Servet-i Fünûn döneminde Hatırat (anı):
Servet-i Fünûn döneminde anı türünde başarılı eserler verilmiştir. Halit Ziya Uşaklıgil anı türünde yazdığı Kırk Yıl, Saray ve Ötesi (3 cilt), Bir Acı Hikâye adlı eserleri yazarın hayatını ve çevresini aydınlatması bakımından çok önemlidir. Hüseyin Cahit Yalçın; edebiyat hayatıyla ilgili anılarını Edebî Hâtıralar adıyla çıkarmıştır. Gazete ve dergilerde tefrika edilen siyasi anılan ölümünden bir süre sonra (19) adıyla yayınlanmıştır.
3-Servet-i Fünûn döneminde Hiciv ve Mizah:
Servet-i Fünûn döneminde Hüseyin Suat Yalçın hiciv ve mizaha yöneldi " Gâve-i Zâlim" takma adıyla siyasi ve sosyal hicivler yazdı.
4-Servet-i Fünûn döneminde Gezi Yazısı:
Servet-i Fünûn döneminde gezi türünde başarılı örnekler verilmiştir. Cenap Şahabettin memuriyete gönderildiği Hicaz bölgesinde intibalarını anlattığı eserine "Hac Yolunda" adını vermiştir.Bu eser Servet-i Fünûndan sonra daha da gelişecek Gezi edebiyatı için bir lokomotif olmuştur. Tanzimat'tan beri Cenap Şehabettin'e kadar yazılan gezi yazılarının bir edebi değer taşımamaktaydı. Cenap'ın ayrıca Suriye'ye yaptığı geziye ait Suriye Mektupları (1917), Avrupa'ya yaptığı gezi ile ilgili Avrupa Mektupları (1919) adlı eserleri de vardır. Gezi türünde yazılmış bir başka eser de Ahmet İhsan Tokgöz'ün "Avrupa'da Ne Gördüm" (1892) adlı eseridir.
5-Servet-i Fünûn döneminde Fıkra:
Servet-i Fünûn döneminde azda olsa fıkra örnekleri verilmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın fıkralarını "Hayât-ı Hakikiyye Sahneleri" adlı kitapta toplamıştır.
HAZIRLIK ÇALIŞMALARI
1-Öğretici metinlerde dilin, edebi metinlerdeki işleviyle kullanılmasının olumlu olumsuz yönlerinin neler olabileceğini tartışınız.
-Öğretici metinlerde dil, göndergesel işleviyle kullanılır.Göndergesel işlevde ileti, dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi amacıyla düzenlenir.Yani amaç olayı ya da Durumu olduğu gibi anlatmak, açıklamak, bunlar hakkında bilgi vermektir. Ancak bir Metinde birden fazla dilin işlevi kullanılabilir.Bu daha çok öğretici metnin içeriği ile ilgilidir.Bir gezi yazısında dil duygu ve heyecanı dile getirme amacıyla oluşturulmuşsa 'dilin heyecana bağlı işlevi' , alıcıyı harekete geçirme amacıyla oluşturulmuşsa "alıcıyı harekete geçirme", mesajın iletisi kendisinde ise "şiirsel işlev" ile kullanılabilir. Bu durumda dilin öğretici metinlerde şiirsel işleviyle kullanılması metnin içeriği uygunsa olabilir.Yine de öğretici metinlerde asıl amaç, açıklamak, bilgi vermek olduğu için dil genellikle göndergesel işlevde kullanılır.
-Öğretici metinlerde dil, göndergesel işleviyle kullanılır.Göndergesel işlevde ileti, dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi amacıyla düzenlenir.Yani amaç olayı ya da Durumu olduğu gibi anlatmak, açıklamak, bunlar hakkında bilgi vermektir. Ancak bir Metinde birden fazla dilin işlevi kullanılabilir.Bu daha çok öğretici metnin içeriği ile ilgilidir.Bir gezi yazısında dil duygu ve heyecanı dile getirme amacıyla oluşturulmuşsa 'dilin heyecana bağlı işlevi' , alıcıyı harekete geçirme amacıyla oluşturulmuşsa "alıcıyı harekete geçirme", mesajın iletisi kendisinde ise "şiirsel işlev" ile kullanılabilir. Bu durumda dilin öğretici metinlerde şiirsel işleviyle kullanılması metnin içeriği uygunsa olabilir.Yine de öğretici metinlerde asıl amaç, açıklamak, bilgi vermek olduğu için dil genellikle göndergesel işlevde kullanılır.
2- a)Günlük yaşantınızda eleştiri yapıyor musunuz? Neleri niçin eleştirirsiniz?
-Eleştiri, bir kişiyi, bir düşünceyi, bir eseri titiz, dikkatli bir incelemeye tabi tutma anlamlarına gelir. Daha özel anlamda ise eleştiri, açıklama amaçlı inceleme, derinlemesine tetkik anlamında kullanılır. Günlük hayatta insan her alanda eleştirilerde bulunabilir. Bu bizin hayata bakışımızı ortaya koyar. Bir şeyin doğruluğunu ya da yanlışlığını yargılamak hayatın her an içinde olan bir olgudur.
-Eleştiri, bir kişiyi, bir düşünceyi, bir eseri titiz, dikkatli bir incelemeye tabi tutma anlamlarına gelir. Daha özel anlamda ise eleştiri, açıklama amaçlı inceleme, derinlemesine tetkik anlamında kullanılır. Günlük hayatta insan her alanda eleştirilerde bulunabilir. Bu bizin hayata bakışımızı ortaya koyar. Bir şeyin doğruluğunu ya da yanlışlığını yargılamak hayatın her an içinde olan bir olgudur.
b)Sizce eleştirinin amacı ne olmalıdır?
-Eleştirinin bir amacı olmalıdır.Hiçbir amaç gütmeden yapılan eleştiri ruhi bir hastalık belirtisi olabilir.Eleştiri yapıcı ya da yıkıcı yönde olabilir.Eğer mantıklı gerekçelerle ve çözüm yolları ifade ederek ifade edilerek bir eleştiri yapılmıyorsa bu eleştiri yıkıcı bir eleştiridir.Aslında eleştiride amaç eleştirilen şeyin düzeltilmesini sağlamaktır. Bunun için eleştirilerimizde yapıcı olamaya çalışmalıyız.
-Eleştirinin bir amacı olmalıdır.Hiçbir amaç gütmeden yapılan eleştiri ruhi bir hastalık belirtisi olabilir.Eleştiri yapıcı ya da yıkıcı yönde olabilir.Eğer mantıklı gerekçelerle ve çözüm yolları ifade ederek ifade edilerek bir eleştiri yapılmıyorsa bu eleştiri yıkıcı bir eleştiridir.Aslında eleştiride amaç eleştirilen şeyin düzeltilmesini sağlamaktır. Bunun için eleştirilerimizde yapıcı olamaya çalışmalıyız.
3-Hatıra ve gezi yazılarının, kaleme alındıkları tarihten sonraki dönemler için önemi nedir?
-Bir yazarın kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları sanat değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılara anı denir. Gezi yazısı ise bir yazarın gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür.
-Bir yazarın kendisinin yaşadığı ya da tanık olduğu olayları sanat değeri taşıyan bir üslupla anlattığı yazılara anı denir. Gezi yazısı ise bir yazarın gezip gördüğü yerlerin ilgi çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür.
Anı ve gezi yazılarının tanımları dikkate alındığında hem anı hem gezi yazısı ile insanların hayatlarında önemli yer tutan, iz bırakan olalar kolay kolay unutulmaz ve bunlar yazıyla nesilden nesile aktarılır.Dolayısıyla anı ve gezi yazıları;milleti yüzyıllar boyu bir devam zinciri içinde , milli birlik halinde tutan, toplumu geçmişe bağlayan bir kültür unsurudur.Tarih önemli ölçüde anı ve gezi yazılarından faydalanır. Atatürk'ün Nutuk, Evliya Çelebi'nin Seyahatname adlı eserleri düşünüldüğünde gezi ve anı yazılarının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkar. Osmanlının Batıya gönderdiği sefirler ve aydınlar Batılılaşma sürecine yazdıkları anılar ve gezi yazılarıyla hız kazandırmışlardır. Osmanlı toplumu Batıyı bu aydınlar ve sefirlerin anlattığı kadarıyla tanımışlardır.
4-Tarih derslerinde edindiğiniz bilgilerden hareketle Serveti Fünun döneminin sosyal ve siyasi şartlarıyla ilgili neler söyleyebiliriz?
-Bu dönem özellikle imparatorluk üzerinde kötü emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta çeşitli oyunlar sergilemeye çalıştıkları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine 'hasta adam' gözüyle bakılan devleti bir müddet daha ayakta tutabilmek için birtakım sıkı tedbirler almak zorunda kalır. Bu dönemin sert görünüş hürriyet anlayışını adeta bir fikri sabit hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır. Özellikle devletin içten ve dıştan maruz kaldığı bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, Tanzimatçıların sahip oldukları hürriyet havasına imkan vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin kötü sonuçlanması üzerine,1876'da açılan Meclis-i Mebusan tekrar kapatılır.Devlet Rumeli'de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında bile zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan hürriyet, milliyet ve istiklal cereyanlarının, özellikle batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu yüzden alınan tedbirlerin dozu biraz daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her zengin coğrafyaya sahip olma istekleri gittikçe bir ihtiras halini alır.Kendi aydınları tarafından bile desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.
-Bu dönem özellikle imparatorluk üzerinde kötü emeller besleyen, Avrupalı devletlerin bu emellerini gerçekleştirmek için, içte ve dışta çeşitli oyunlar sergilemeye çalıştıkları bir devredir.İmparatorluk ise, kendisine 'hasta adam' gözüyle bakılan devleti bir müddet daha ayakta tutabilmek için birtakım sıkı tedbirler almak zorunda kalır. Bu dönemin sert görünüş hürriyet anlayışını adeta bir fikri sabit hale getiren bu devir gençlerinde ruhi bir bunalım yaratmıştır. Özellikle devletin içten ve dıştan maruz kaldığı bu tehlikeleri önleyebilmek için alınan tedbirler, Tanzimatçıların sahip oldukları hürriyet havasına imkan vermiyordu.Bu imkansızlık gençleri ruhi bunalımlara sevk ediyordu.1877 Osmanlı-Rus harbinin kötü sonuçlanması üzerine,1876'da açılan Meclis-i Mebusan tekrar kapatılır.Devlet Rumeli'de istiklalini kazanmaya çalışan azınlıklar karşısında bile zayıf duruma düşer.Dünyayı kaplayan hürriyet, milliyet ve istiklal cereyanlarının, özellikle batılı büyük devletlerin gayretleriyle hızla gelişmesi, devlet yönetimini de bunaltır.Bu yüzden alınan tedbirlerin dozu biraz daha artar.Kendi tebası olan yabancı toplulukların dıştan desteli isyan teşebbüslerini önleme imkanı daralır.Büyük devletlerin her zengin coğrafyaya sahip olma istekleri gittikçe bir ihtiras halini alır.Kendi aydınları tarafından bile desteklenme talihini kaybeden imparatorluk yönetiminin alınan bu sıkı tedbirlerin sebebini açıklayamaması, yönetimi gençlerin gözünde tek suçlu durumuna düşürüyordu.
İdealist fikirlerle ortaya çıkan Jön Türklerin dış tehlikeler karşısında tam bir milli bütünlük içerisinde bulunulmak yerine, işi Ermenilerle iş birliği yapacak kadar ileri götürmeleri, yönetimin aldığı tedbirleri daha da arttırmasına yol açar. Bu arada saray yönetimi içinde, hoşnutsuzluğu gittikçe nefrete dönüşen bu gençleri dış tehlikeler karşısında uyanık olmaya çağıracak tecrübeli ve bilgili kişiler bulunmamaktaydı. Devletin maruz kaldığı bu tehlikeler karşısında bir kısım münevverler hadiselere kayıtsız kalırken, bir kısmı ise kendisini koyu bir Avrupa perestliğin kucağına atıyordu. Babıali'nin nüfusunu Abdülhamit, tamamıyla ortadan kaldırıp, Yıldız'ı hakim vaziyete getirmiş,iktidar mevkilerine kendine uygun adamları geçirmek suretiyle, mutlak bir disiplin mekanizması kurmuştu. Bu hakimiyetini kontrol altında tutabilmek için bir hafiye teşkilatı kurmuştu.Bu öyle yaygınlaştı ki herkes padişaha yaranmak için birer hafiye kesilmişti. Çizdiğimiz bu siyasi tablonun karşısına medeniyetçiler şu görüşlerini ileri sürdüler: Batıdaki düşünceleri, yaşayışları, tekniği aynen almalıyız. Bir Avrupalı gibi olursak, onlara benzediğimiz için Avrupalılar bize saldırmazlar. Medeniyetçiler, daha önce açıkladıkları gibi 'İslam medeniyeti devrini tamamlamıştır' derlerken, Avrupalıların (Hıristiyan) medeniyet ve tekniğinin hızla geliştiğini ileri sürmekteydiler.
Batı; düşüncede, sosyolojide ve teknikte bir gelişme göstermiştir. Ama Servet-i Fünûn gençliğine göre biz bunların hepsini aynen almalıyız. Ama şunu akıl edemediler ki; her milletin düşünce, yaşayış ve sosyal yapısı farklıdır. Bu bunalımlı ve buhranlarla dolu zor dönem 1908'de son bulur. Devlet yönetimi İttihat ve Terakki cemiyetinin eline geçer. Fakat felaketler zinciri yine de son bulmaz. Devlet İttihat ve Terakkinin tecrübesiz hareketi sonucu Balkan harbinin getirdiği başarısızlıklarla sürüklenir. Bu edebiyat o dönemin siyasi durumu, anlatırken de belirtildiği gibi, hürriyetsizlik anlayışının o dönem gençlerince bir bunalım olarak görüldüğü devrede kuruldu.Bu dönem, batının sadece edebiyat kaynağı olarak görüldüğü gibi, hürriyet kaynağı olarak ta görüldüğü devredir. Bu dönemde batıya olan hayranlık had safhaya ulaşmıştır. Bu siyasi dönemde yetişip edebiyat yapmaya çalıştırlar.Böyle bir durum bütün millette doğurduğu hastalık, melankoli, hayattan bezginlik ve kaygısızlık şüphesiz onlarında ruhunda aynı tesiri uyandıracaktı. Bu cereyanın edebiyatçıları, şark kültüründen evvel ve şark edebiyatından önce batı edebiyatını tanımışlardır. Hatta aralarında bunu bir iftihar vesilesi sayanlar da vardır. Sosyal meselelerin serbestçe konuşulamayışı,bu hususta kendini göstermek isteyen iradelerin susturuluşu, herkeste bir neme lazımcılık hissi doğurmuştu.Herkes kendi derdine ve kendi keyfine düşmüş,sosyal sorumluluk duygusu tamamen yok olmuştu.Meseleleri söz söylemek olan edebiyatçılar başka mevzular aramaya başlamışlardı. Şu fikirleri ileri sürdüler: a)Avrupa imparatorluk ve derebeylik dönemini aşmıştır.(1789 Fransız ihtilali ile) b)Avrupa da (bilhassa Fransa'da) burjuvazi adı verdiğimiz şehirlilerle işçiler gibi iki tabaka vardır. Bu iki tabakanın çekişmesiyle iki edebiyatta buna bağlıdır. Bizde de benzeri yapılar gerçekleşmediği takdirde, edebiyatımızın gelişmesi mümkün değildir.
Konu Tarama Soruları
1. Halit Ziya Uşaklıgil'in hangi eseri türü yönünden diğerlerinden farklıdır?
A) Aşk - ı Memnu B) Mai ve Siyah
C) Kırık Hayatlar D) Kırk yıl E) Nedime CEVAP:D
A) Aşk - ı Memnu B) Mai ve Siyah
C) Kırık Hayatlar D) Kırk yıl E) Nedime CEVAP:D
2. Servet - i Fünun'da düzyazı için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A)Halkı bilgilendirmek, aydınlatmak gibi bir amacı yoktur.
B)Diğer dönemlere oranla tiyatroya daha çok değer verilir.
C)Türkçe yetersiz bulunur, Osmanlıca'dan bol bol yararlanılır.
D)Arapça, Farsça eski - yeni sözcükler kullanılır.
E)Yeni kavramları karşılamak için yeni tamlamalar türetilir.
CEVAP:B
A)Halkı bilgilendirmek, aydınlatmak gibi bir amacı yoktur.
B)Diğer dönemlere oranla tiyatroya daha çok değer verilir.
C)Türkçe yetersiz bulunur, Osmanlıca'dan bol bol yararlanılır.
D)Arapça, Farsça eski - yeni sözcükler kullanılır.
E)Yeni kavramları karşılamak için yeni tamlamalar türetilir.
CEVAP:B
3. Servet-i Fünun'da düzyazıyla ilgili aşağıdaki değerlendirmelerden hangisi yapılamaz?
A)Yepyeni ad ve sıfat tamlamaları oluşturulur.
B)Halkın anlayabileceği açık, yalın bir dil benimsenir.
C)Çokça sıfat, ortaç öbeği kullanılır.
D)Fransızca'dan alınan sözcükler Türkçeleştirilir.
E)Yan cümlecik, eylemsilerle zenginleştirilmiş uzun cümleler kullanılır.
CEVAP:B
A)Yepyeni ad ve sıfat tamlamaları oluşturulur.
B)Halkın anlayabileceği açık, yalın bir dil benimsenir.
C)Çokça sıfat, ortaç öbeği kullanılır.
D)Fransızca'dan alınan sözcükler Türkçeleştirilir.
E)Yan cümlecik, eylemsilerle zenginleştirilmiş uzun cümleler kullanılır.
CEVAP:B
4. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun sanatçılarından biri değildir?
A) Mehmet Rauf B) Tevfik Fikret
C) Halit Ziya Uşaklıgil D) Ahmet Mithat Efendi E) Cenap Şahabettin
CEVAP:D
A) Mehmet Rauf B) Tevfik Fikret
C) Halit Ziya Uşaklıgil D) Ahmet Mithat Efendi E) Cenap Şahabettin
CEVAP:D
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)